Alain Resnais'e saygıyla ( 3 haziran 1922, 1 mart 2014)
sinema tarihinde önemli bir yer edinmiş bir filme ne bir kaç cümleden ibaret bir yazı ne de sayfalarca yazılsa dahi hep eksik kalacak bir filmden- Hiroşima Sevgilim den bahsetmek ne zor. Zor bir film, izlemesi, anlatması, başı sonu ortası, herşeyiyle zor bir film. Bir güne sığdırılan, yaşamın belli dönüm noktalarını anlatan 90 dakikalık bir film- şiir.
fransız aktris (adını bilmeyiz) hiroşima konulu bir barış filmi çekmek için geldiği japonyada bir mimarla tanışır, başlangıçta yalnızca bir gecelik keyifli bir ilişki gibi görünen olay, saatler ilerledikçe geçmiş denilen dehlize doğru kadını yolculuğa çıkarır.
birbirine sıkıca sarılmış yüzlerini görmediğimiz iki vücut filmin başında belirir. ve sonrasında kadının sesi duyulur, hiroşimayı biliyorum, diyerekten başlar, adam, bunun tam tersini iddia eder, ve ardından kadının sesiyle birlikte hiroşimaya atılan atom bombası sonrasında, ölen insanların, sakat kalan insanların, çölleşen toprağın, toprağın altından yeni türeyen böceklerin, kısır erkeklerin, sakat çocuk doğuran kadınların, vücudunda lekeler oluşmuş, saçları dökülen kadınların vs.. görüntüleri bir belgesel gibi akar. bu görüntüler atom bombasının atıldığı gün fransa da yaşayan kadının kendi gözleriyle gördüğü görüntüler değil, daha öncesinde belgesellerde seyrettiği görüntülerin, ve müzelerde görüntülerin toplamıdır. toplumsal bir yıkıntıya, acıya şahit olmak yalnızca yaşamayla değil onu uzaktan da olsa gördüğünde olur.. bu yıkıcı ilk onbeş dakika sonrasında film kendi mecrasında kadın ve erkeğin, daha özelde erkeğin kadına duyduğu aşk, kadının geçmişte yaşadığı aşk ile paralel bir biçimde anlatmasıyla gelişir.
adam kadını bir süre daha kalması için ikna etmek ister. kadın her seferinde buna karşı çıkar. son bir kez daha göreyim seni der, fakat son bir kezlerin sonu yoktur. kadın evldir, çocukları vardır, burda yaşanan toplumsal acıyla birlikte adamda beliren geçmişteki aşkın silüeti onu rahatsız eder.
kadın ve adamın birbirine raslantıyla tanışmalarını, ve onlarını birleştiren unsur, geçmişinde yaşadığı savaş deneyimi ve bir türlü bunlardan kurtulamamasıdır. adam hiroşimaya atom bombası atıldığında kentte değildir fakat ailesi ve bütün yakınları kenttedir. ya ölmüşlerdir, yaşayanlar ise savaşın izlerini vücutlarında taşımıştır. adam kentte olamayışın acısını hisseder. kadın ise ikinci dünya savaşında ülkesini işgal eden alman askerlerinden birine aşık olmuştur. daha 18 yaşındadır. ilk aşkıdır. ona kavuşamayaşının acısı vardır.
yatakta yatarken adamın kolunu tuttuğu an, alman sevgilisinin bileğini hatırlar. birbirine benzetir, bu benzerlikten korkar, anlatamadığı bir şeyler, yaşamaktan ve yeniden yaşamaktan korktuğu bastırdığı birşeyler vardır. sonunda adam ikna eder, ve gece sabaha kadar kadın olan biteni anlatır.
alman sevgilisiyle kaçamak buluşmalarını, seviştikleri yerleri, mutluluğunu... sonunda bu ilişki ortaya çıktığında, toplum tarafından dışlanır, saçları kesilir, bodrum katına hapsedilir. kadın bir daha bağırmayacağını ve akıllandığını söyleyip bodrum katından çıkarıldıktan sonra sevgilisiyle birlikte kaçmaya karar veridği gün, bir balkondan açılan ateş sonucu öldürüldüğünü görür. adam kolları arasında ölürken kadın bunu unutamaz bir türlü. ailesi tarafından tekrar bodruma hapsedilir. kadın parmaklarını duvarlara sürterek kanatır, bodrumun penceresinden görebildiği insan ayakları ve duyduğu sesler ona bir şey ifade etmezken, bir gün içeri düşen bir misket sonrası yeniden yaşamayı hatırlar. akıllandığını ailesine söyler ve iki gün sonra parise kaçar. duyduğu ilk haber hiroşimaya bomba atılmıştır.
bunları anlattığı bir barda kendisini geçmişine öyle kaptırmıştır, ve karşısındaki adamı o kadar fazla içselleştirip eski sevgilisyle bir tutmuştur ki adam sonunda dayanamayıp onu tokatlar. kadın tekrar kendine gelir. bu uyanışla birlikte, yeniden duygusal gelgitlere gebe olur.
başa çıkamadığı duygusal hafızası, onu yeni bir aşka kayıtsız bırakır. korkar. daha öncesinde aşkı için karşısına aldığı dünyayı bir kez daha almak istemez, anılarında ki aşk yeniden tazelense de korkutucu bir deneyim olmuştur...
marcel proust'un kayıp zamanın izinde romanına benzer bir yapısı vardır filmin edebi olarak. ünlü edebiyatçı marguatie duras'ın kaleminden çıkma senaryosunun verdiği edebi tat, muhteşem görselliği, melankolik yapısı, paralel zamanla ilerleyişi kendine hayran bıraktırır. hiçbir karesi boş değildir filmin, şurada şu sahne olmasaydı, şu sahnede şu görüntü olmasaydı diyeceğiniz yer olamaz. kadrajlara sığdırdığı gerek mekan görüntüleri, gerek o iki kişinin birbirine yakınken bile uzaklığını tasfir eden görüntüleri izlemeye doyulmaz. tabi ki filmin şahane müzikleri de oyuncuların oyunculuklarını, senaryosunu, görüntüleri ve anlatımını yalnız bırakmayacak güzelliktedir.
insanı kendine aşık eden bu filmde, kadının filmin başlarında seviştiği erkeğe, çöküşün ardından dirilip yeniden çökemk istediği, uygunsuz bir aşktan daha ileri yasak bir aşka, bir dirilişi tarif ettiği şiir gibi cümlelerle bitireyim:
"beni yok ediyorsun, bana iyi geliyorsun.. beni yok ediyorsun, bana iyi geliyorsun...sana yalvarıyorum harabeye çevir beni. çirkinlik noktasına kadar biçimsizleştir... neden sen?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder