Japonyanın derebeyliklere bölündüğü bir dönemde, bir isyanı bastırmaktan dönen iki general, kalenin önündeki büyük bir ormanda kaybolur. ne yöne giderlerse gitsinler, bir çıkış bulamazlar. zafer kazanmış bu iki generalin sinirleri git gide bozulurken, ormanın içinden tuhaf sesler gelmektedir. kılıçlarını çekerek sesin geldiği yöne doğru giderler. karşılarına çıkan ruh, onları efendilerinin ödüllendireceğini hatta birisinin kalenin yeni efendisi olacağını söyler. william sheakespeare in macbeth adlı oyunundan uyarlama, akira kurosawa nın Throne of Blood filminin kısaca öyküsü bu doğrultuda gelişir.
kurosawa sineması genel anlamda batıya olan hayranlığını uzak doğunun kültürel öğeleriyle birleştirdiği filmiyle çok önemli bir uyarlama. film, bir döngü içerisinde hareket ediyor. baştan sona dairesel bir döngü bu. ruhun çevirdiği iki farklı daireden, filmin başlangıcında ve sonunda beliren taş üzerindeki yazıta, askerlerin ormanın içinde çıkış yolu ararken sürekli aynı noktaya gelmelerine, ve sisin içerisinde sürekli ordan oraya koşturup aynı bakış açısındaki kameranın önüne gelip yeniden koşturmalarına.
miki ve washizu adındaki bu iki general çocukluğundan beri birbiriyle dosttur. fakat ruhun söylediği kehanet ile washizunun karısının kehaneti haklı çıkarmak için miki ve efendisini öldürtüp yerine kendi geçmesini arasında bir bocalama dönemi yaşasa da bunu yapar. washizu kaderine yenik düşmemek için karşı koyamaz. efendisi ve çocukluğundan beri dost olduğu mikiyi öldürtüp, tahta geçer.
üzerine çok fazla yazmanın bence gerek olmadığı, kurosawanın sinemasıyla ve görselliğiyle tanışmak için önemli bir sinema eseri. belki de en iyi macbeth uyarlaması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder