31 Ağustos 2014 Pazar
Sideways/ Alexander Payne
filmin ana karakteri Miles hayatı boyunca yazar olmak için uğraş vermiş fakat başarısız olmuştur. Son yazdığı romanı kitabevine verdikten sonra en yakın arkadaşı 1 hafta sonra evlenecek olan hiçkimsenin tanımadığı bir televizyon oyuncusu jack ile birlikte bir yolculuğa çıkmaya karar verirler. bol bol şarap içecekler ve golf oynayacaklardır. Jack in istekleriyle, milesın yaşadıkları yolculuğun planlandığı gibi geçmesini sağlamaz. tanıştıkları iki kadın hayatlarına olumlu ve olumsuz katkılar yapacaklardır.
bir tedbil-i mekan. bunda en önemli sebep ise, miles'ın iki sene önce ayrıldığı karısından kaynaklı hayatında büyük bir boşluk ve kendini başarısız hissetmesi. kronik bir depresyon halinde. jack ise evleneceğinden kaynaklı, hayat bir hafta sonra bitiyor ve bu bir haftayı dilediğim gibi geçirmeliyim düşüncesinde. ikisi de bir devri kapatmak derdinde. bunu yaparken de içtikleri şaraplar, oynayacakları oyunlar ve karşılaştıkları kadınlar ile birlikte onlarla kuracağı ilişki onlara yardım edecek.
filmin afişi az çok bize bir şeyler anlatıyor. yan yatmış boş bir şarap şişesinde ikisi. bir sıkışmışlık var her iki karakterde de. geçmişte yaşananlar yaşanacakları unutmak istercesine şarap tadımı, içimi, yapımı ve sunumu üzerine konuşuyorlar. hatta edindikleri kız arkadaşları da buna dahil oluyor.
incelikli bir işleyiş söz konusu. ve her incelikli hikayede hep aradığımız o beni nerden vuracak bu film diye beklediğiniz anda, miles ve mayanın karşılıklı şarap içerken diyalogları çarpıyor birden, miles pinotu neden sevdiğini : cabarnet gibi heryerde yetişmez. ihmal edilirse canlı kalan bir üzüm değildir. sürekli ilgi ve dikkat ister... diye açıklıyor. Maya'ya neden şarap diye sorduğunda ise eski kocasından kalma bir alışkanlık olduğunu söyleyerek devam ediyor: şarap canlıdır, içinde hayat vardır; fermante olur, değişir, gelişir ve her şişenin içinde o hayat devam eder.." diye bitirirken bakışları ve anlatım ifadesinden hayatı şarap ile özdeşleştirdiğini, yaşanan kötü deneyimlere rağmen miles gibi kırılgan olmadığını ve bir şekilde hayata devam ettiği anlıyoruz, bu söylemin ardından belki farkında olmadan belki de tamamiyle farkında olarak milesın elini tutması belki de filmin en fazla akıllarda kalan ve gelip cuk diye oturan sahnesidir.
bakış açıları ne kadar farklı olursa olsun, ortak noktaları üzerinden yanyana durmayı beceriyor her ikiside. ta ki jack in evleneceği ortaya çıkana dek... bunun sonrası ise oldukça gülünç durumlar teşkil ediyor.
o kadar çok hayattan ve içten anlar var ki, milesın sarhoş olduktan sonra cesaretini toplayıp eski karısını araması, ve evleneceğini öğrendiğini söyleyip önce hakaret ardından pişmanlık duyup özür dilemesi. telesekretere bırakılan mesajlar, güzel manzaralar, çalınan kapılar.
belki de filmin son anı daha çok akıllarda en çok kalıcı sinemasal andır. bırakılan mesajdan sonra, milesın yola çıkıp bir evin kapısını çaldığı görüntü. sonrasını hayatın akışına bırakmış yönetmen, ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz, mutlu bir sonla bitirmiyor, mutsuz da. umutla bitiyor...
Not: bu filmi izledikten sonra eğer ki şarap içiyorsanız, incelikle bir içici olmadığınızı anlayabilir, içmiyorsanız da tıpkı benim gibi içinde içme isteği doğurabilir ve bir an önce en yakın büfeye koşabilirsiniz. ben bu yazıyı yazarken, bir şişe şarabı da yanımda ihmal etmedim. olması gerektiği gibi :)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder